top of page
Başlangıç

1. Oda: Anubis’in Laneti

Kapı ardımdan büyük bir gürültüyle kapandı. İçeriye kuru ve soğuk bir hava yayıldı. Tapınağın havasında eski zamanlardan kalma bir fısıltı vardı, sanki binlerce yıldır burada yankılanan sesler hâlâ taşların arasında gizleniyordu. Önümde, ölülere öbür dünyaya geçişlerinde rehberlik eden tanrı Anubis'in devasa bir heykeli yükseliyordu. Heykelin gözleri benim üzerimdeymiş gibi tuhaf bir hisse kapıldım.

Odanın aydınlığına gözlerim alıştıkça tüm duvarları kaplayan figürlerin detayları dikkatimi çekmeye başladı. 

Sol duvarda, bir adamın büyük bir kapının önünde durduğu tasvir edilmişti. Arkasında uzun bir gölge uzanıyordu ve hemen yanında başı yukarı kalkmış çakal başlı bir figür bulunuyordu. Adamın eli, kapının eşiğine uzanmıştı ama açıp açmayacağı belirsizdi.

Diğer duvarda, güneşin altında kıvrılan bir kobra çizilmişti. Altında diz çökmüş insanlar ona tapıyordu.

Üçüncü duvarda, bir nehrin kenarında durmuş bir adam betimlenmişti. Adam, nehrin diğer tarafına geçmek ister gibi duruyordu. Fakat su akışkan değildi, sanki taş gibi sert ve hareket etmiyordu.

Son duvarda, ellerini yukarı kaldırmış bir figür yer alıyordu sanki dua ediyor ya da hayatı için yalvarıyordu. 

Tam karşımdaki taş levhaya kazınmış eski yazılar vardı. Zamanla aşınmış olsa da, hâlâ bazı kelimeler okunabiliyordu:

"Ölüler diyarına adım atan, yalnız yürümez. Gölgesiz olan yolu bulamaz. Gölgeyle yürüyen kapıyı açar. Yükselenler değil, yol gösterenler geçebilir."

Bu cümle kafamı kurcaladı. Gölgeyle yürüyen mi?

Odanın ortasında, yere gömülü dört taş plaka vardı. Her birinin üzerinde bir sembol kazılıydı:

1️⃣ Çakal başlı bir figür
2️⃣ Güneş diski ve bir kobra
3️⃣ Bir piramit ve nehir
4️⃣ Bir çift açık el

Odanın içinde yankılanan sessizliğe kulak verdim. Burası, ölümün ve yeniden doğuşun kapısıydı. Yanlış seçimi yaparsam, bu tapınağın bir parçası olmaktan kaçamayacağımı hissediyordum.

00:00 / 02:05
bottom of page